Permakültür, kendiliğinden hareketli olan görece zararsız enerjiyi ve dünyadaki yaşamı sürekli olarak yok etmemizi gerektirmeyecek kadar bol olan doğal kaynaklarla besinleri kullanarak var olabileceğimiz bir sistemdir. Dünyayı korumak ve yenilemek için var olan bütün teknikler zaten bilinmektedir; belirli olmayan şey herhangi bir ulusun ya da kalabalık bir insan grubunun bu değişimi gerçekleştirmeye hazır olup olmadığıdır. Ama diğer yandan da milyonlarca sıradan insan bunu siyasi otoritelerin desteği olmaksızın bireysel olarak yapmaya başlıyor.
Nerede yaşıyor olursak olalım, bir şeyler yapmaya başlamamız gerekiyor. Öncelikle enerji tüketimimizi azaltarak işe başlayabiliriz. Aslında şu anda kullanmakta olduğumuz enerjinin %40’ıyla, hiçbir şeyden feragat etmek zorunda kalmadan yaşayabiliriz. Evlerimizi yeniden düzenleyerek enerjiyi verimli olarak kullanabileceğimiz hale getirebiliriz. Toplu taşıma araçlarını kullanarak ya da aracımızı arkadaşımızla paylaşarak taşıt kullanımımızı azaltabiliriz. Çatıdan akan suları sarnıçlarda biriktirebilir ya da banyo ve mutfakta kullandığımız suları (gri su) tuvalet sisteminde veya bahçe sulamada kullanabiliriz. Ayrıca gıda üretiminde de yer almaya başlayabiliriz. Bu hepimizin kendi patatesini yetiştirmesi gerektiği anlamına gelmez, ama patatesi sorumlu bir üreticiden satın alabiliriz. Hatta patatesi yetiştirmek yerine civardaki çiftçilerden satın alacak bir grup organize edilmesi daha iyi olur.
Tüm kalıcı tarım biçimlerinde ya da genel olarak sürdürülebilir insan kültürlerinde sistemin enerji gereksinimi sistemin kendisi tarafından karşılanırken modern tarım tamamen dışsal enerjilere bağımlıdır. Toprağın ortaklaşa kullanıldığı üretken ve kalıcı sistemlerden toprağın bir meta olarak görüldüğü ticari tarıma geçiş, az enerji tüketen toplumlardan çok enerji tüketen toplumlara ve toprağın sömürüye dayanan, yıkıcı bir şekilde kullanılmasına geçişi ve çoğunlukla üçüncü dünya ülkelerinden edinilen yakıt, gübre, protein, işgücü ve beceri gibi dışsal enerji kaynaklarına bağımlılığı da beraberinde getirmiştir.
Konvansiyonel tarım ödediği bedelin farkında değildir. Her yıl tahıl ve sebze elde etmek için toprağın verimi azaltılmaktadır; randıman sağlamak için yenilenemez kaynaklar kullanılmaktadır; aşırı miktarda hayvan otlatmak ve araziyi çok derin sürmek erozyona neden olmaktadır; toprak ve sular kimyasal maddelerle kirletilmektedir.
Bir sistemin ihtiyaçları o sistemin içerisinden karşılanmazsa, bunun bedelini enerji israfı ve kirlilik olarak öderiz. Artık tarımdan kaynaklanan gerçek maliyetleri taşıyacak durumda değiliz. Bu, dünyamızı öldürüyor ve bizi de öldürecek.
Kapımızın eşiğinde, iyi bir yaşam sürmek için ihtiyacımız olan her şey bulunur. Güneş, rüzgar, insanlar, binalar, taşlar, deniz, kuşlar ve bitkiler bizi çevreler. Bütün bunlarla işbirliği içinde olmak uyumu, onlara karşı çıkmak ise felaketi ve kaosu getirecektir.