Rönesans adı verilen çağ, bir geçit dönemidir. Avrupa kültür çevresinin iki büyük çağı arasında bir köprüdür, içinde bulunduğumuz yeniçağın girişi ve ilk basamağıdır. Fransızca bir sözcük olan “Renaissance” deyimi “yeniden doğuş” demektir. Bu adlandırma çok yerindedir, çünkü bu dönem Avrupa kültürünün gelişmesinde, gerçekten de, baştan aşağı bir yeniden doğmadır. Rönesans deyimi, dar anlamında, “antikçağ üzerindeki incelemelerin yenilenmesi, yeniden doğması” demektir. Ama bu, Rönesans’ın ancak bir yönüdür; çünkü burada yeniden ortaya çıkan sadece bu incelemeler olmayıp, çok daha geniş, çok daha temelli olan bir şeydir; bu da İlkçağ ile Ortaçağ’ın vardığı sonuçların büsbütün yeni bir biçimde görünmesi, bundan önceki çağların tanımadığı yepyeni bir insanın tarih sahnesine çıkmasıdır.
Rönesans’ın aralarında köprü kurduğu çağlardan biri Ortaçağ, öteki de Yeniçağ’dır. Bunların her ikisinin de kendilerine özgü bir değerler sistemi, bir dünya görüşü ve bunların oluşturduğu kurumları vardır. Rönesans, Ortaçağ düzeninin çözülüp Yeniçağ’ı oluşturacak ilkeler ile düşüncelerin artık belirmeye başladıkları dönemdir. Tarihte yeni formlara ulaştıran geçitler, hiç eksik olmamıştır; hatta bir bakımdan tarih süreci boyuna yeni yeni formlara geçirmektedir de denilebilir. Ancak, bu geçişlerden bir takımı yavaş yavaş, sessiz sessiz olur; “yeni” kendini pek sezdirmeden için için oluşur; bir takım geçişler ise çok canlı, çok dinamik bir nitelik taşırlar; yeni formlar kendilerini birdenbire belli ederler, gönülleri sürükleyip coştururlar. Rönesans, bu ikincisi çeşidinden olan geçişlerdendir. Bu dönem, çok canlı bir kaynaşma, çok genç bir yaratma sevinci, “yeni”ye doğru çok istekli ve cesurca atılmalarla doludur.
Rönesans, Avrupa kültür çevresinin bir olayıdır. Ama bu sözü biraz sınırlamak gerekir, çünkü Rönesans’ı, dolayısıyla Yeniçağ’ı yaratan, Avrupa kültür çevresinin ancak bir parçasıdır; bu çevrenin Batı Roma’nın varisi olmuş olan Latin-Cermen bölümüdür. Buna karşılık, Doğu Roma, yani Bizans kültürü içinde yer alan ulusların (örneğin bütün Slav dünyasının) Rönesans’ın oluşma ve gelişmesinde doğrudan doğruya bir payı olmamıştır; bunlar, Rönesans’ın başlatıp Yeniçağ’ın olgunlaştırdığı değerleri ancak sonradan benimsemişlerdir. Bu ulusların bu bakımdan Avrupa kültür çevresi dışında kalanlardan bir ayrılığı yoktur. Nitekim Latin-Cermen dünyasının ortaya koyduğu yeni görüş ve değerler, bu dünyayı yeryüzünün egemeni yapmak yoluna girince, her yanda bu değerleri alma ve benimseme akımları doğmuştur; nasıl ki biz de Tanzimat’tan bu yana böyle bir benimseme süreci içinde bulunuyoruz. Rönesans düşüncesinin bizim için ayrı önemi de bundandır.